Neslihan Yiğitler

Neslihan Yiğitler


Benim Ernie'm

06 Aralık 2021 - 11:51

İnsanların yollarda neden “Hüooop Comolokko” şakacılığıyla dolaştığını anladığımız, herkesin deliliğinin kendine özgü olduğu zamanlar geçiriyoruz. Tüm dünyacak çıldırıp üstüne “Omicron” varyantına merhaba dediğimiz şu günlerde komikçilik seviyemizin “Bugün Cuma enseyi kapa” alt sınırına erişmesine zaten hiç şaşırmıyorum.
            Hal böyle olunca uzak tanışlardan yakın dostlara kadar hepimiz tuhaflaştık fakat işin güzel yanı da bu hallerimizi alttan alır, birbirimize anlayış gösterir olduk.
Geçen gün çok yakın bir arkadaşımla iki akıl bir olup basit bir hafta sonu programını anlayıp uygulayamadık, bir türlü ortak payda da buluşamadık, buluşabildiğimizde de uzlaşamadık.
Diğer yakın arkadaşlarımdan bir tanesi, kedisini, her sabah yeni aldığı bir kıyafetle giydirir oldu. Onu, şimdilik mama sandalyesine oturtmadı bir de anaokuluna yazdırmadı şükürler olsun fakat gidişat iyi değil! Böyle sürerse korkarım ki onu da yapacak.
Bana gelelim, geçen gün evde kendime bir kadeh rakı koymuş kitap okurken “Keşke bir gün Orhan Veli’yle içsen be Neslim” dedim. Bu sabah da sosyal medya hesabımda Ernest Hemingway ile ilgili bir paylaşım yaparken sanki edebiyat dersinde yanında oturduğum kankammış gibi kendisinden “Ernie” diye söz açtım. İşin daha da ilginç yanı bini geçkin takipçimden hiçbiri paylaşımıma “delirdin mi?” şeklinde yanıt vermedi. Belki içlerinden “deli” demişlerdir onu bilemiyorum ama dışlarına vurmadılar Tanrı korusun!
“Benim Ernie’m” aslında tam da biz gibiydi zaten. Sabah kalkar kalkmaz yazmaya başlayan, kış aylarında hepimiz gibi solan ama Mayıs aylarını “tam da yazmak isteyeceğiniz kadar mutluluk dolu “olarak tanımlayan bir yazın aşığı. Öykülerin kralı bu yakışıklı kişi (Gerçekten de çok hoş bir beyefendi) “Karşılığında bana para ödense de ödenmese de mutlu olmak için yazmak zorundayım. Ama bu, doğuştan gelen kahrolası bir hastalık ve ben bunu yapmayı seviyorum ki bu daha da kötü. Bu, yazmayı hastalıktan daha kötü bir alışkanlığa dönüştürüyor. Sonra bu işi şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığı kadar iyi yapabilmeyi istiyorum ve bu da onu bir takıntıya dönüştürüyor. Takıntı berbat bir şey, benim kalan tek takıntım bu” diyor. Aslında “Ernest Hemingway’de” bir anlamda biz gibi zır deli, nurlar içinde yatasıca.
Yaşadığımız bu dönemi, Amerikan Edebiyatı’nın usta kalemine bağlamış olabilirim! Ernest Hemingway gibi bir usta, fasikül fasikül tezlere sığmamış, ben burada birkaç şeye değindim neden olmasın? Yetmez ama yeni başlayanlar için yine de iyi diyelim.
“Bir sayfayı ustaca yazıyorum ve ardından doksan dokuz tane de saçma sayfa. Ben de çöpü çöpe atmaya çalışıyorum.” Diyebilecek kadar kendini eleştirebilen bu büyük ustadan kendime ve tanışlarıma aynısını yapmaları için fikir veriyorum aslında ama ne fayda?
Çıldırma noktasına geldiğimiz şu günlerde diye başlamıştım yazıma işte bu günlerde kedimizden, Ernest’ten ya da karşımızdakinden yansıyan aslında biz miyiz? Bir türlü anlamlı kılamadığımız zamanı geçiştirerek kendimize mi katlanmaya çalışıyoruz? Ey Gustav ya da Sigi (Freud) sesime gelin ve bize yardım edin!
Devamını haftaya yazarım belki… Beni izlemeye devam edin.